Ligimiz bu sezon kontrolü iyice kaybetti. Kimin kimi yendiği belli olmuyor. Bir maça favori belirlemek gerçekten çok zor. Öyle garip sonuçlar çıkıyor, tahminler o kadar şaşıyor ki bu yüzden heyecanın üst düzeyde olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Belki de yıllardır arzulanan bir şey bu ama futbol kalitesi olarak neredeyiz dersiniz, işte bu büyük bir soru işareti. Şu an ligin zirvesinde yıllardır böyle bir tabloya hasret Trabzonspor var. Hemen arkasında 3 büyüklerden biri yada hepsi olsa yine çok göz önünde olmazlardı ama en yakın büyük Fenerbahçe 8 puan geride 5.sırada. Trabzon’un altında Kayseri, Bursa ve Belediye var. Beşiktaş’ın liderle arasındaki puan farkı 9, Galatasaray’ın 13. Peki aradaki bu fark futbolumuza ne kadar yansıyor? Bence hiç.
İlk 4 takım bulunduğu yere çok iyi futbol oynayarak mı geldi, hayır. Mücadele tamam ama iyi futbol yok. 3 büyükleri hiç saymıyorum zaten. Harcanan paraları, yapılan yatırımları düşündüğümüzde şu an ki lig tablosunda bir tuhaflık olduğunu söylemek lazım. Avrupa’nın diğer liglerine baktığımızda da tuhaflığın boyutunu görebiliriz. İçinde bulunduğumuz haftada bu kadar fark normal değil. Sakın yanlış anlaşılmasın. Trabzon’un ve altındaki takımların başarısını küçültmek değil niyetim. Onlar kendi imkanlarıyla şu an inanılmaz bir performans gösteriyorlar. Ama ya 3 büyükler dediklerimiz.
Fenerbahçe ve Beşiktaş zaman zaman saman alevi gibi performanslar sergilese de genelde istenilen seviyeye çıkabilmiş değil. Galatasaray’ı ise saymıyorum bile. Hagi’nin maç sonu bazı kelleler gidecek açıklaması her şeyi açıklıyor. Peki 3 büyükler dediğimiz takımlarımızın bu kadar paralar harcayıp bu kadar kötü olmaya hakları var mı? Yani şu anki tabloya bakıp ligimiz çok iyi bir noktaya gidiyor, 3 büyüklerin hegemonyası yıkıldı, futbolumuz çağ atlıyor diyenler hayal görmesin. Çünkü sahada futbol adına çok az şey var. Trabzon kazanıyor ama şiir gibi oynayarak değil. Son maçlarda hep rakiplerinin anlık hatalarını değerlendirdi. Kayseri ise 90 dakikanın genelini seyrettiğinizde bu takım nasıl bu kadar puan topluyor dersiniz. Belediye yine içlerinde en iyisi. Müthiş mütevazi kadrosuyla yine futbol adına bir şeyler yapmaya çalışıyorlar.
Fenerbahçe’ye baktığımızda Emre sakatlandı orta saha çöktü, kayıplar başladı. Önce kupada Ankaragücü, ardından Gaziantep mağlubiyeti. İşin ilginç yanı iki maçı da öne geçmesine rağmen kaybetmesi. Peki, Teknik direktörünün maça katkısı ne? Sıfır. Orta sahada bir çok varyasyon denenebilecekken o sadece seyrediyor. Sistemi oturtma gibi bir derdi yok. Alex oynadığı sürece Fenerbahçe’nin oyun sistemi zaten belli. Ona kalan tek şey yeni oyuncuları adapte etmek ve maç içerisinde oyunun seyrini değiştirebilecek hamleleri zamanında yapmak. Beşiktaş ise tam bir bulmaca. Ligin en iyi kadrosuna sahip ama her maç değişik bir 11 ve bir türlü oturtulamayan bir sistem. Ne oynadığı belli olmayan bir takım. Yeni teknik adamın bir alışma süreci vardır ama Schuster’in şu ana kadar doğruyu çoktan bulması lazımdı. Ülkemizde son yıllarda alışık olmadığımız sürece sadece hücumu düşünen bir sistemi oturtmaya çalışıyor. Bu çok güzel bir düşünce. Beşiktaş’ta çoğu maçta sonucu elde edemese bile futboluyla zevk veriyor ama bu geçiş bu kadar keskin mi olmalıydı diye düşünüyor insan. Çünkü kadro yapısı bu hızlı geçiş sürecini kaldıramıyor. Bu olumsuzluklara rağmen Schuster'le yola devam edilecek mi? Daha ligimize böyle bir şeyle karşılaşmadık. Çünkü Schuster'in mantalitesi oturduğu anda ülkenin en keyif veren takımı olacağı ve Avrupa Kupalarında ses getireceği çok yüksek bir ihtimal. Galatasaray ise tam bir kaos içinde. Hagi’nin yapacağı hiçbir şey yok çünkü yönetim sezon başında hiçbir şey yapmamış zaten. Rijkaard’ın günahı neydi diye sorası geliyor insanın. Çünkü Galatasaray’ın öncelikli derdi teknik adamdan çok yönetimin iş bilmezliğinde. Yıllar sonra Galatasaray taraftarının bu kadar tepkili olduğunu gördüm. Haksız da değiller.
Özetle ligimiz çok tuhaf bir yere doğru gidiyor. Heyecan açısında Anadolu takımlarının yukarıya oynaması güzel. Ama diğer yönden futbolumuz nereye gidiyor. İyiye doğru olmadığı kesin. Lig TV sayesinde artık her maçı 90 dakika izleyebiliyoruz. Peki bu maçlardan zevk alabiliyor muyuz, yine hayır. Peki çözüm ne diye sorsanız cevabım belli. Özellikle büyüklerin yönetimlerinde yada sportif direktör tanımında futbolun içinden gelen birilerinin işin başında olması, teşhislerin doğru konması gerekiyor. Yoksa bu gidişle kulüp bazında Avrupa Kupalarında, milli takım bazında da büyük kupalarda eski, başarısız yıllara dönüş yaparız gibi gözüküyor.
15 Kasım 2010
Adnan VS Adnan

Aslına bakacak olursanız, sahaya çıkan ilk 11 maça uygun bir seçimdi ve sakatların yokluğunda Galatasaray ancak bu kadar oynayabilirdi ama... Ben dahil kimsenin itirazı oynanan oyuna ya da mağlubiyete değil...
Şöyle ki ;
Kaleci Ufuk, potansiyeli seviyesinde bişeyler yapmaya çalıştı... Servet, Neill, Insua, Cana, Pino bu futbolcuların hepsi yapabileceklerini yapmaya çalıştılar ya da en azından bize öyle gösterdiler...
Ama sahada bir güruh vardı ki taraftarın "bu forma kutsaldır nasip olmaz herkese" tezahüratının birebir hedefi onlardı... Peki kimdi onlar ? Mesela Ali Turan... Eleştirilerimi çok hafif bir şekilde yapmaya dikkat ederek yazıma devam edicem...
Ali Turan... Galatasaray formasının ağırlığını kaldırabilecek bir kapasiteye sahip olmadığını çok öncelerden beri söylüyorum... Dün de beni şaşırtmadı açıkçası...
Ayhan Akman... Onun hakkında söyleyeceğim herşey boş kalcak ama şöyle bir örnekleme yapayım; Ayhan maç boyunca toplasanız 5 kere dikine top atmıştır, ikisi taca üçü rakibe gitti...
Elano... Galatasaray'da oynamak isteğinin olmadığı çok aşikar... Birçok pozisyonda ayağını uzatsa alabileceği paslara bile tenezzül edip ayağını uzatmadı paşam...
Bunlar belki de en çok göze batanlardı ancak genel bir sorun söz konusu... Florya'da futbolcuların hakimiyetinde bir sistem kurulmasının zararları bunlar... Dolayısıyla konu dönüp dolaşıp Adnan Sezgin'e geliyor...
Adnan Sezgin, bulunduğu göreve "seçilerek" getirilmiş, ya da bu görevi gönüllülük esasıyla yapan birisi değildir mevkii itibariyle... Adnan Sezgin, Galatasaray'dan maaş alan ve yaptığı için Galatasaray'ın çıkarlarını gözetmesi olması gereken biridir... Adnan Sezgin'i o göreve getiren de Adnan Polat'tır...
Sonuç olarak, Galatasaray başkanı Adnan Polat, Galatasaray'ın maaşlı çalışanı Adnan Sezgin'i görevden almak için Galatasaray'taraftarının ona küfürlü tezahüratlarda bulunmasını mı beklemektedir buna anlam verebilmiş değilim... Ancak yaşanan sıkıntıların ve söz konusu "umursamaz" güruhun, Adnan Sezgin'in kokuşmuş iktidarsızlığından kaynaklandığı ortadadır...
Çözüm mü ? Adnan Sezgin derhal istifa etmelidir. Etmiyorsa Başkan Adnan, maaşlı Adnan'ı bir an önce o koltuktan etmelidir... O da olmuyorsa Galatasaray Spor Kulübü'nün değerli kongre üyeleri olağanüstü kongreyi toplamak amacıyla bir an önce imza toplamaya başlamalıdırlar...
Evet bir takımın şahane bir stada sahip olması önemlidir, güzel tesislere sahip olması da. Ya da borçsuz bir kulüp olması ve yatırımlar yapması da gerçekten önemli konular... Ancak unutmayalım ki Galatasaray Avrupa'nın 1 numarası olduğunda köhne bir stadı, boğaza kadar borcu, köpek bağlasanız durmayacak tesisleri vardı...
Sonuç itibariyle değişmesi gereken şey zihniyettir... Evet Adnan başkan kulübü gerektiği gibi yönetmektedir... Ancak futbolu yönetmek için günümüz futbolundan hiç olmazsa bir nebze anlayabilecek bir insan gereklidir... Ve bu insan kesinlikle Adnan Sezgin değildir...
Dip Not : Adnan Sezgin'in kariyeri Adanaspor ve İstanbulspor'u küme düşürdükten sonra, Galatasaray'ı tarihinde ilk kez Manisaspor'a mağlup eden başarılar zincirinden oluşmaktadır... Ancak böyle giderse hiç abartısız söylüyorum kariyerinde üç takımı küme düşürme başarısının olma ihtimali hiç de az değil...
11 Kasım 2010
Rijkaard-Schuster İkilemi
Rijkaard'da yaşananların kopyası bu sezon Schuster'de yaşanıyor . Lige güzel bir başlangıç, iyi futbol, gollü maçlar derken birkaç hafta sonra kötü futbol, puan kayıpları ve üst üste mağlubiyetler sahne almaya başladı. Rijkaard, Schuster ikilisinin UEFA Avrupa Ligi maceraları bile birbirine çok yakın. Böylesi bir benzerlik, tarih tekerrürden ibarettir sözünü ispatlamaya çalışıyor sanki.
Rijkaard "eleştirisavar" pamuklara sarılan ilk teknik direktörümüz olmuştu. Sebebi tamamiyle Barcelona'daki başarıları ve güzel futboldu. Yani bugüne değil, geçmişe bakıp karar verilmişti ve alınan karar uygulanmıştı. Elinizi vicdanınıza koyup söyleyin 35 yaşında emeklilik yaşamaya gelmiş futbolcu transfer etmekle bu durumun ne farkı var? İkisinde de kıstas öznenin geçmiş başarıları. Ee hani pozitif futbol anlayışı!
Schuster'in durumu da aynı. Beşiktaş ilk haftalarda umut verdi. Quaresma öncülüğünde topa sahip olan, göze hoş gelen hareketler yapan bir takım oldu ama eksiklerini bir türlü kapatamadı. İlk haftadaki maçta da kolay pozisyon veriyordu, 11. haftadaki maçta da kolay pozisyon verdi. İlk hafta Buca'ya karşı da pozisyon kısırlığı yaşamıştı, Kasımpaşa'ya karşı da yaşadı. Takımda ilerlemeden çok gerileme var ve bir türlü durdurulamıyor.
Şahsi görüşüm Rijkaard da Schuster de fazla abartıldı ve abartılıyor. Rijkaard şunları yaptı, bunları yaptı demeyeceğim ama Barcelona dışındaki kariyeri pek parlak değil. Şimdi Bilgin Gökberk olsaydım burada, "Barcelona'dan kovulmak için sırada bekleyen bir sürü teknik direktör var" yazardım. Ama bu cümle ne kadar doğru kendinize bir sorun. Hala doğru diyorsanız Milan'dan kovulan Fatih Terim'i neden rahatlıkla eleştirebiliyoruz dersiniz.
Schuster, Rijkaard'a nazaran daha fazla takım çalıştırmış. İspanya'da başarılı olmuş. Ama kariyerinde Beşiktaş'a en benzer takım olan Şaktar Donetsk'de bir sezonu tamamlayamamış.
Bu iki kariyer incelemesinden çıkartmak istediğim, "bu adamlar işe yaramaz" görüşü değil. "Gözümüzde fazla büyüttüğümüz" fikridir. Rijkaard nasıl pamuklara sarıp sarmalanıyorsa Schuster de aynı muameleyi görüyor. Sebebi ne, Beşiktaş'tan önceki futbolculuk ve teknik direktörlük başarıları, yani geçmiş. Ee hani futbola bakışımızı değiştirmeliydik!
Bugün Schuster'i, dün Rijkaard'ı eleştirmeyenler, eleştirmekle kovun demenin aynı şey olduğunu sanıyor herhalde. Ben Schuster'i eleştiriyorum, sebebi hatalarını haftalardır düzeltmemesi, düzeltmek için çaba harcamaması. Hala çok pozisyon veren ve az pozisyon bulan bir takımı var. 5-6 haftadır hiçbir işe yaramayan bir korner taktiği kullanıyor bu takım. Hatırlarsınız, hani top ceza sahası dışına atılıyor, orada bekleyen oyuncu gelişine şut çekiyor. Gol olma ihtimali kırk yılda bir. Hakan Ünsal'ın TSYD Kupası'nda Beşiktaş'a attığı golle o kontenjan doldu zaten.
Bir kez daha altını çizeyim, eleştirmek=kovun demek değil. Eleştirilen kişiyi daha doğru bir yola sevk etmeye çalışmak. Schuster'den daha fazla mı biliyorsun diyebilirsiniz ya da Rijkaard'dan? Ben değil ama "ortak akıl" eminim daha fazla biliyordur.
Belki Rijkaard "doğru dürüst" eleştirilebilse, buna izin verilseydi bugün görevinin başında olurdu. Schuster için diyeceklerim benzer. Gidiş, iyiye gidiş değil. Geçmişini pamuklara sarmak bugünü kurtarmayacak!
Rijkaard "eleştirisavar" pamuklara sarılan ilk teknik direktörümüz olmuştu. Sebebi tamamiyle Barcelona'daki başarıları ve güzel futboldu. Yani bugüne değil, geçmişe bakıp karar verilmişti ve alınan karar uygulanmıştı. Elinizi vicdanınıza koyup söyleyin 35 yaşında emeklilik yaşamaya gelmiş futbolcu transfer etmekle bu durumun ne farkı var? İkisinde de kıstas öznenin geçmiş başarıları. Ee hani pozitif futbol anlayışı!
Schuster'in durumu da aynı. Beşiktaş ilk haftalarda umut verdi. Quaresma öncülüğünde topa sahip olan, göze hoş gelen hareketler yapan bir takım oldu ama eksiklerini bir türlü kapatamadı. İlk haftadaki maçta da kolay pozisyon veriyordu, 11. haftadaki maçta da kolay pozisyon verdi. İlk hafta Buca'ya karşı da pozisyon kısırlığı yaşamıştı, Kasımpaşa'ya karşı da yaşadı. Takımda ilerlemeden çok gerileme var ve bir türlü durdurulamıyor.
Şahsi görüşüm Rijkaard da Schuster de fazla abartıldı ve abartılıyor. Rijkaard şunları yaptı, bunları yaptı demeyeceğim ama Barcelona dışındaki kariyeri pek parlak değil. Şimdi Bilgin Gökberk olsaydım burada, "Barcelona'dan kovulmak için sırada bekleyen bir sürü teknik direktör var" yazardım. Ama bu cümle ne kadar doğru kendinize bir sorun. Hala doğru diyorsanız Milan'dan kovulan Fatih Terim'i neden rahatlıkla eleştirebiliyoruz dersiniz.
Schuster, Rijkaard'a nazaran daha fazla takım çalıştırmış. İspanya'da başarılı olmuş. Ama kariyerinde Beşiktaş'a en benzer takım olan Şaktar Donetsk'de bir sezonu tamamlayamamış.
Bu iki kariyer incelemesinden çıkartmak istediğim, "bu adamlar işe yaramaz" görüşü değil. "Gözümüzde fazla büyüttüğümüz" fikridir. Rijkaard nasıl pamuklara sarıp sarmalanıyorsa Schuster de aynı muameleyi görüyor. Sebebi ne, Beşiktaş'tan önceki futbolculuk ve teknik direktörlük başarıları, yani geçmiş. Ee hani futbola bakışımızı değiştirmeliydik!
Bugün Schuster'i, dün Rijkaard'ı eleştirmeyenler, eleştirmekle kovun demenin aynı şey olduğunu sanıyor herhalde. Ben Schuster'i eleştiriyorum, sebebi hatalarını haftalardır düzeltmemesi, düzeltmek için çaba harcamaması. Hala çok pozisyon veren ve az pozisyon bulan bir takımı var. 5-6 haftadır hiçbir işe yaramayan bir korner taktiği kullanıyor bu takım. Hatırlarsınız, hani top ceza sahası dışına atılıyor, orada bekleyen oyuncu gelişine şut çekiyor. Gol olma ihtimali kırk yılda bir. Hakan Ünsal'ın TSYD Kupası'nda Beşiktaş'a attığı golle o kontenjan doldu zaten.
Bir kez daha altını çizeyim, eleştirmek=kovun demek değil. Eleştirilen kişiyi daha doğru bir yola sevk etmeye çalışmak. Schuster'den daha fazla mı biliyorsun diyebilirsiniz ya da Rijkaard'dan? Ben değil ama "ortak akıl" eminim daha fazla biliyordur.
Belki Rijkaard "doğru dürüst" eleştirilebilse, buna izin verilseydi bugün görevinin başında olurdu. Schuster için diyeceklerim benzer. Gidiş, iyiye gidiş değil. Geçmişini pamuklara sarmak bugünü kurtarmayacak!
Battalgazi

Blog'un diğer yazarlarından birisi olan Onur'a verdiğim örnek ile başlamak istiyorum Batdal yazısına. Giriş yapamadım çünkü. Her şişe geçirilmiş kıymalı harç nasıl "Adana Kebap" (aslında sadece Adana demek gerek şanı gereği) olmuyorsa, her uzun boylu santrafor da "Pivot Santrafor" olmuyor maalesef.
Mehmet Batdal için geldiğinde Giorgios Samaras benzetmesi yapmıştım ama yanıldığımı daha iyi anlıyorum artık. Mehmet Batdal, Zlatan Ibrahimovic'in parçaları eksik bir modeli. Çünkü, boyuna göre harika bir tekniği ve ayak hakimiyeti var. Üstüne gittiğinde, güçlendirdiğinde ceza sahası çevresinden görsel açıdan muhteşem goller atabilir. Ama asla ve asla Hakan Şükürvari gollerin altında imzası olmayacaktır. Duran toplarda kafa golleri atmasını beklememeliyiz. Bunu ben değil, izlediğim 2-3 maçı da değil, rakamları söylüyor.
TFF'nin sitesinde, golleri için yazan rakamlar bunlar. 2008-2009 sezonunda attığı 7 golün 7'si de ayakla. 2009-2010 sezonunda attığı gollerin sayısı 19. Kafa ile attığı gol ise 5. 13 adet ayakla. 1 adet kendi kalesine. Daha eskiye gidiyoruz. 2007-2008 sezonunda attığı ilk 3 gol kafa ile. Sonrasında attığı 11 golün sadece 1 tanesi kafa. Daha eski sezonlara gidildikçe gol rakamları düşüyor. Kafa ile attığı gol sayısı yine az. Bu sene OFK Belgrad'a attığı gol yine ayak ile. Hem de bir kenar ortasına sıçrayıp, ayakla vurmuştu.
Şimdi, 1.95 m boya sahip bir ismin attığı goller içerisinde bu kadar düşük bir oranda (%22.5 yani 40'da 9) kafa golü sahibi olması şaşırtıcı ve üzerine konuşulması gereken bir konu ve Batdal adına handikap. Dahası, hepimizde olduğu gibi "boyu uzun, o zaman iyi hava topuna çıkar" yanılgısının içerisine de düşmemize sebebiyet verdiği için, Batdal adına 2.handikap bu. Batdal'ın kendisi adına artısı ise tekniği var. Ayaklarını düzgün kullanıyor. Bunun üzerine gitmesi gerek. Daha çok gitmesi gerek. Kafa toplarındaki zaafiyetini gidermek adına çalışmalar yapar mı şu saatten sonra bilmiyorum. Yaşı 25'e geldi çünkü Batdal'ın. Hakan Şükür, 18'ine gelmeden babasının 2-2.5m'ye astığı toplara kafa vurmaya çalışarak geliştirdi bu özelliğini. Güçlü olduğu, kendisinin güvendiği özelliğinin üzerine gitmesi gerek. Tanju Çolak gibi ayak içi ile dişe kanal tedavisi yapabilecek bir isimin bile her antremandan sonra ayak içi şut çalışması yaptığını düşünürsek, şutlarını hele o ince çalımları attıktan sonra ceza sahasından attığı şutları kesinlikle çok ama çok geliştirmeli.
Şu Galatasaray'da santrafor mevkiisini bir kaparsa, kimseye vermez. Ama yine bu Galatasaray'da, 18.haftada yani 2.devre başlarken, eğer Galatasaray santraforluğu için tartışılmayan, ismi 1.sırada düşünülmeyen bir isim olursa Batdal, büyük şeyler kaybeder. Hem kendisi kaybeder. Hem Galatasaray kaybeder. Hem Türk Futbolu kaybeder....
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)